Sayfalar

16 Ağustos 2012 Perşembe

Ateist Argümanlara Yanıtlar 3



TİN 4. Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

     Diyor Kuran'ı Kerim. 

     Buna karşı savunulan argümanlardan biri ise, E Kur'an en mükemmel şekilde yarattık diyor, o zaman engelli doğan insanları ne yapacağız ? şeklinde oluyor. Kur'an'ın bu ayetine karşı söylenen bu iddia zaten ciddiye alınmaya değmiyor. Aklı başında her insan zaten hem evrenin hem de insan dahil bütün canlıların mükemmelliğine şahittir. Hatta temel tartışmalar hep bu mükemmellik üzerine olmuş, ilahi kaynaklı diyenler ile tesadüfi diyenler tartışmıştır. Doğal seleksiyon fikri bu mükemmelliği kabul ile ortaya çıkmıştır. Yani bazı insanların hasta veya engelli doğmaları bütün insanları kusurlu hale getirmez.

     Buradan hareketle değinilmesi gerekilen nokta daha başka bir yer. Bazı ateist görüşler bilim tarihindeki iki kişinin din fikrini ortadan kaldıracak 2 büyük buluşa imza attıkları şeklindedir. Bunlardan biri Galileo diğeri de Darwin'dir derler. 

    Ayetle uygun şekilde sırayla ilerlemek gerekirse ilk olarak insanların homosantrik fikirleri nedeniyle kendilerini  dünyanın merkezinde görmelerinin, Darwin'in insanlar ile hayvanların aynı ortak atadan türediği teorisi ile yıkıldığını söylerler. İnsanların hayvanlara karşı hiçbir üstünlüklerinin olmadığını iddia ederler. Bu duruma Caner Taslaman'ın değimiyle örnek vermek gerekirse, insanlar bu düşüncelerine rağmen bir insanın bir insanı öldürmesi durumunda ağır cezaların olacağı yasalar yaparlar fakat aslında ellerini yıkayarakta ellerinde bulunan onlarca bakteriyi öldürürler, bunda da hiçbir yanlışlık görmezler. Aslında bu durumdaki çelişki bile insanın zaten üstün olan varlık olduğunu gösterir. Bununla birlikte bu blogun özünüde oluşturan Rachel Corrie örneği insanlığın üstünlüğü içinde örnektir. Rachel Corrie rahat yaşadığı mali zorluklar yaşamadığı büyük bir ihtimalle uzun bir ömrünün olacağı ülkesinden hiç tanımadığı, kendi dininden olmayan, binlerce km uzakta insanlara ölüm pahasına yardım etmeye gidiyor ve ölüyor. Fakat ben henüz hiçbir köpeğin Çin'de köpek katliamı yapılıyor deyip Çin'e gittiğini görmedim. Evet bazı hayvanlar kraliçe veya larvalarını korumak için ölümü göze alırlar fakat bunu yaparkende ihtimalleri düşünme ve ahlaki davranma fikrine sahip değildirler. Kısaca insanın zaten en üstün varlık olduğu aklı, vicdanı ve tercih hakkına sahip olması ile ortadadır. 

     Bununla birlikte bir iddiada Allah İnsanı en güzel şekilde yarattığını söyler, ama engelli doğanlar vardır. Bu yüzden İslami devletler engellilerin sokağa çıkmasına bile izin vermezler ve hatta onları öldürürler şeklindedir. Hatta ben bizzat bir üniversitede doçent olan bir hocanın ''İran'da engellilerin yaşam hakkı yoktur, sokağa çıkarılmalarına izin verilmez'' dediğini duymuştum. İran dejenerasyona uğramış bir bir İslam'ı uygulamasından ve İslamcılıktan çok mezhepçilik yapmasından dolayı İslam adına doğru örnek değildir, fakat burada bahsedilen ülke olduğu için anlatmakta fayda var. 

     Gelin beraber bakalım İran'ın engellilere bakışı gerçekten iddia edildiği şekilde mi ?

                                          

     Bu gördüğünüz resim İran'da görme engelliler çıkarılan braill alfabesi ile yazılan bir günlük gazete. İran yaşama hakkı vermediği (!) engelliler için gazete çıkarıyor, ilginç.

   
     Yine ilginçtir ki aynı İran nefret ettiği (!) engellilere okulda açıyor.  

     Bunun gibi örnekleri devam ettirmekte mümkün. Dileyen bu siteleride inceleyebilir.

Günlük Gazete    İran Şiraz Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü   İran'da Zihin Engelliler Eğitimi

     Gördüğünüz gibi örnekler çoğaltılabiliyor. Demekki akademisyenim nasılsa inanırlar deyip totodan da sallamamak gerekiyormuş.

     Ateistlerin din fikrini yıkan iki önemli bilim adamını anlattıklarını söylemiştim. Galileo ve Darwin. Darwin'in fikirlerinin zaten din ile alaksızlığını Evrim yazılarında anlatmıştım. Ayrıca Darwin bile her nekadar dine bakışını bilmesekte Türlerin Kökeni kitabının ilk baskılarında yaratıcıya atıfta bulunmuştur. Galileo ise aslında dinine çok bağlı bir insandı. Blogunda başlık cümlesinde yazdığım gibi. Matematik Tanrı'nın evreni yazdığı dildir. diyordu. Yine aynı Doçent Galileo'nun din yıkan fikrinide şöyle anlatıyor; ''Dinler geonsatrik bir bakış açısı güderler. Evrenin merkezinin Dünya olduğunu iddia ederler. Oysa Galileo Dünya merkezli bir evren yerine güneşin merkezi olduğu fikrini ortaya koyunca dindarlar buna çok kızmış ve hatta Galileo'yu yargılamışlardır.'' Burada ilk olarak söylenmesi gereken fiziki olarak hiçbir din kaynağı evrenin merkezinin Dünya olduğunu söylemez. Zaten din ile bilimi karşıt gösterirken hangi dinden ve hangi bilimden bahsettiğimiz çok önemlidir. Dünya merkezli evren fikrini Avrupa'da kilise belirlemiştir. Bu belirleme ise şu şekilde gerçekleşti. Aristo kiliseye göre adeta İsa öncesinin bir aziziydi. Aristo ve Plotemy (Batlamyus) Dünya merkezli bir evren teoremi ortaya koymuşlardı.

     

     Batlamyus'un bu teorisi tam 1500 yıl boyunca hakim görüş olarak kaldı. Kilise hem Aristo'nun hem de Batlamyusun görüşlerini adeta resmi inanç olarak benimsedi. Bu kadar uzun süre boyunca da değişemeyen bu görüş adeta dinin bir emri haline geldi. Kilise için Tanrı'yı reddetmek ne ise Batlamyus'un bu fikrinide reddetmek aynı konuma geldi.

     Oysa Galileo sarsılmaz bir yaratıcı inancına sahip olmasına rağmen bu teorinin insan kaynaklı olduğunu biliyor ve dini bir gereklilik olmadığını söylüyordu. Kendi çalışmaları da Güneş'i merkeze koyuyordu. Bu ortamda Kilise Galileo'ya karşı çıktı ve onu yargıladı. Burada açıkça görülüyor ki Dünya merkezli evren fikri yani geosantrizm dinlerin dayattığı bir emir de dinlerin görüşü de değildir. Zaten dinin emrettiği ile dine inananın yaptığının ayrımına varamamak çağın da din adına en büyük sorunlarından birisi.

    Son olarak şuna da değinmek gerekiyorki, Türkiye'de hala 1930 model görmediğime inanmam materyalizmini savunan Doçentler, Profesörler oldukça en az bir kaç nesil daha bilimdende, bilim felsefesinde uzak kalacağımız, ve kendimizi çarpıtmaların içinde bulacağımız açıktır.


15 Ağustos 2012 Çarşamba

Ahlak Doğuştan mı Geliyor ?


Deneyler, henüz bir öğrenme süreci yaşamamış bebeklerde bile empatinin ve iyiyi kötüye tercih eden bir sezginin, adalet duygusunun bulunduğunu göstermektedir.
Ahlak” diğer birçok din açısından olduğu gibi İslam dini açısından da oldukça önemli bir konudur. Felsefe tarihi incelenirse, “ahlakın doğuştanlığı” iddiasına, temel olarak, üç tür cevabın verildiği görülür: Bunlardan birincisi insanların “boş levha” (tabula rasa) bir zihinle doğduğu, yani ahlakın doğuştan olmadığı iddiasıdır. İkincisi insanların doğuştan sahip olduğu ahlaki özelliklerin tesadüfi doğal süreçlerle oluştuğu iddiasıdır. Üçüncü ve bu yazıda en iyi açıklama olduğunu savunacağım iddia ise bu özelliklerin, Allah tarafından insanlara yerleştirildiği düşüncesidir.
Doğuştan ahlaki özelliklere sahip miyiz?
Doğuştan ahlaki özelliklerin var olduğunu modern psikoloji ve bilişsel bilimler alanından gelen birçok veri desteklemektedir ki, bu verilerin çoğu yenidir ve önemli bilimsel dergilerde yayımlanmışlardır. Birçok felsefeci “empati”nin, ahlakın en temel unsurlarından biri olduğunu söylemiştir. Simner ve Dimion gibi psikologlar, yeni doğmuş bebeklerin başka bebeklerin ağlamasına verdikleri reaksiyonları deneysel çalışmalarında gözleyerek, doğuştan “empati” gibi çok kompleks bir özellikle ilgili unsurlara sahip olduğumuzu gösterdiler. Birçok farklı deneyde, yeni doğan bebeklerin, başka bebeklerin ağlamasını duyunca ağlamaya başladıkları ve stres özellikleri gösterdikleri saptanmıştır. Bu reaksiyonların gerçekten ağlamaya karşı mı, gelen sese karşı mı olduğunun anlaşılması için yeni doğan bebeklere aynı şiddette başka sesler, sentetik ağlama veya kendi ağlamaları dinletilmiş, ancak bebekler bu seslere karşı diğer bebeklerin ağlamasına gösterdikleri reaksiyonu göstermemişlerdir.
HamlinWynnBloom ve diğer bazı psikologlar, bir yaşın altındaki bebekler için; içinde yardımcıengelleyici ve nötr kuklaların olduğu deneyler oluşturdular. Çocuklara kuklalar seyrettirildikten sonra çocuklar, yardımcı ve engelleyici kuklalar arasında tercihte bulunmak için teşvik edildiler ve çocukların belirgin şekilde yardımcıları engelleyicilere tercih ettikleri görüldü. Çocuklar yardımcı ile nötr kuklalar arasında yardımcıyı, engelleyici ile nötr kuklalar arasında ise nötr olanı seçtiler.
Diğer bazı deneylerde, iki yaşın altındaki çocuklara, top oynayan ve bazılarının “iyi” bazılarının “kötü” olduğu kuklalar seyrettirildi. Çocukların önüne bu kuklalar getirildiğinde; “iyi kuklaları” ödüllendirdikleri “kötü kuklaları” cezalandırdıkları (örneğin kafalarına vurdukları) gözlemlendi. Bebeklerin, bir öğrenme süreci olmaksızın yaptıkları bu tercihler, doğuştan ahlaki özelliklerimiz olduğunun deneysel destekleridir. Empati gibi çok kompleks bir kavramı, iyiyi kötüye tercih eden bir sezgiyi, ödüllendirme ve cezalandırmayı kapsayan bir adalet değerlendirmesini gerektiren bu tip yargıların; bir öğrenme süreci olmadan bu kadar küçük yaşta kullanılması, bunların doğuştan var olduğunun bir göstergesidir. Yakın dönemde -az bir kısmına burada değinilen- birçok bilimsel çalışma, ahlak ve diğer alanlarda “boş levha” zihin görüşüne tamamen veda edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Tesadüflerin eseri mi, Allah’ın planı mı?
Doğuştan ahlak ile ilgili özelliklere sahip olduğumuzu kabul eden bazı ateistler, bu özellikleri, kör-tesadüfi süreçlerle, özellikle de doğal seleksiyonla açıklamaya çalıştılar. Burada altı çizilmesi gerekli önemli husus şudur: Tektanrılı dinler açısından önemli olan, bu doğuştan özelliklerin; evrim veya doğal seleksiyonla oluşup oluşmadığı değil, kör-tesadüfi süreçlerle mi yoksa Allah’ın planıyla mı oluştuğudur. Zira İslam gibi tektanrılı dinlerde, Allah’ın yaratışlarını, en çok “aracı-sebepler” vasıtasıyla meydana getirdiğine inanılır: Allah, yağmuru yağdırırken bulutları, insanı yaratırken anne ve babasının bir araya gelmesiniaracı-sebepler olarak kullanır. O zaman -her ne kadar çok tartışılmış olsa da-Allah’ın, evrimi ve doğal seleksiyonu aracı-sebepler olarak kullanmış olmasında temel tektanrıcı inançlara aykırı bir yön bulunmadığı kanaatindeyim. Nitekim doğal seleksiyonlu evrim teorisinin babalarından Wallace’ın, Neo-Darwinizm’in babalarından Dobzhansky’nin ve insan genomu projesinin başındaki Collins’in de içinde yer aldığı birçok ünlü biyolog, felsefeci ve ilahiyatçı, tektanrılı dinlerle evrim teorisini çelişkili görmemişlerdir.
Doğuştan ahlaki özelliklerimizin Allah’ın bir planı ile oluştuğu görüşünün, bunlarınkör-tesadüfi süreçlerle oluştuğu görüşünden daha iyi bir açıklama olduğunu, iki hususa dikkat çekerek savunacağım: 1.Ahlaki farkındalık; 2. Rasyonel temel
Ahlaki farkındalık
Genel tektanrıcı inanç, insanların hayvan ve bitkilerden farklı bir şekilde ahlaki sorumluluğu olduğu yönündedir. Kendi türünden birine yardım etmek gibi, insan ve bazı diğer canlılarda gözlenen benzer bir “fedakar” davranışı örnek olarak ele alırsak, bunun “ahlaki farkındalık” ile yapılıp yapılmamış olması arasında önemli fark vardır. Hayatını feda edecek şekilde “fedakar” bir davranışı yapan arıların, bu davranışlarını, bilinçli bir şekilde iyi-kötü ve doğru-yanlışın “farkında” olarak ve ahlaki tercihte bulunarak değil de, genlerinde bulunan kodun “farkındalıksız” uygulayıcıları olarak gerçekleştirdikleri hususunda böcekbilimcilerin çoğunluğu hemfikirdir. İnsanların doğuştan ahlaki özellikleri ise, sadece otomat gibi bir hedefe yönelmelerinin ötesinde, diğer canlılardan farklı bir şekilde “iyi-kötü, doğru-yanlış, adaletli-adaletsiz” gibi temel kavramların “farkındalığıyla” ahlaki seçim yapacak bir kapasiteyi de kapsamaktadır.
Kör-tesadüfi süreçler sonucunda, “ahlaki farkındalık” gibi çok kompleks ve insana has bir özelliğin ortaya çıktığı iddiası mantıklı gözükmemektedir. Fakat kör-tesadüfleri dışlayan ve ahlaka, Allah’ın yaratma planı içerisinde özel anlamlar yükleyen tektanrıcı dinler açısından, diğer canlılardan farklı olarak insana has ve kompleks böylesi bir özelliğin verildiğini düşünmek için -R. Swinburne’ün de dikkat çektiği gibi- iyi nedenler vardır. Sonuçta insanların, doğuştan sahip olduğu “ahlaki farkındalık”  özelliğinin olması, Allah’ın insanı yarattığı doğruysa olası bir beklentiyken, ateist yaklaşım doğruysa umulmayacak bir özelliktir. “Neden insana has ve kompleks bir özellik olan ‘ahlaki farkındalık’ oluştu?” sorusu, Allah’ı merkeze alan bir varlık anlayışı (ontoloji) içerisinde ateist anlayıştan daha iyi cevap bulmaktadır.
Ahlakın rasyonel temeli ve Allah
Burada yanlış bir anlama olmaması için şu hususun altını çizmeliyim: Birçok ateist, tektanrılı dinlerin inananlarından elbette çok daha ahlaklı olabilir. Ateist böyle olmakla, başta bahsedilen doğuştan özelliklerle uyumlu davranmaktadır. Fakat burada tartışılan sorun “ahlaklı olup olmama” değil, bu halin “rasyonel temelinin” olup olmamasıdır.
Ateistler, söz konusu doğuştan özellikleri kör-tesadüfi süreçlerin neticesi olarak değerlendirdikleri için, ateist biyologlar Ruse ve Wilson gibi, ahlakı bir “yanılsama” olarak görmek durumundadırlar. (Nietzsche ve Sartre gibi ünlü ateist filozoflar da Allah’ın yokluğunda ahlaki değerlerin doğruluk değeri kalmayacağına dikkat çekmişlerdir.) Ahlakın en önemli özelliklerinden biri “bağlayıcılığı”dır. Ancak “öldürmeyeceksin” veya “çalmayacaksın” gibi ilkelerin bağlayıcı özelliğine “rasyonel temel” bulunabilirse, ahlakın rasyonel temeli olduğu söylenebilir. Doğuştan ahlaki özelliklerimiz, ahlaki eylemin gerçekleşmesine bir destek olmasının yanında, kompleks ahlaki kavramları bilmemizi ve ahlaki farkındalığa sahip olmamızı sağlamaktadır; fakat bu özellikler, kör-tesadüfi süreçlerin bir ürünü olarak kabul edilirse, ahlaki emirlerin bağlayıcılığı için “rasyonel temel” sunamaz. İnsanların çıkarları, arzuları ve tutkuları -kimi zaman- ahlaki gerekliliği yerine getirmemeye sebep olabilir.
Örneğin yere düşen, içi para dolu bir cüzdanın, hiç kimsenin görmeyeceğinin garanti olduğu ve bu parayla hayatın sonuna kadar rahat yaşanabileceği bir durumda, “çalmayacaksın” ahlaki ilkesi gereğince alınmaması için, -Allah’ın varlığı yok kabul edildiğinde- herhangi bir “rasyonel temel” bulunamaz. Bahsedilen doğuştan özellikler veya çeşitli kültürlerin verdiği eğitimin şekillendirmesi elbette parayı iade etmeyi sağlayabilir ama bunun “rasyonel temeli” ateist dünya görüşüyle gösterilemez. Zira natüralist-ateist anlayışa göre doğa dışında varlık yoktur; fiziksel olarak doğa ise itme-çekme, dalga-parçacık, madde-enerji gibi unsurlardan oluşmuştur ve doğanın bu özelliklerinin hiçbirisinde, ahlakın zaruri şartı olan bağlayıcılığının temellendirilebileceği bir zemin bulunamaz. Fakat insanın üstünde bir otorite olan Allah’ın emirleri, her koşulda, ahlakın bağlayıcılığı için gerekli “rasyonel temeli” sağlamaktadır. İnsanı kör-tesadüflerin sonucu kabul eden bir anlayış, insanın diğer canlılardan farklı olarak ahlaki özellikleri olması gerektiği görüşüne “rasyonel temel” bulamaz. Bu anlayışı kabul edenler, ellerini yıkarken bakterileri öldürmeleriyle, suçsuz bir insanı öldürmeleri arasındaki fark gibi, çok temel bir ahlaki görüşü bile temellendiremezler. Her şeyin tesadüflerle birbirinden evrimleştiği bir anlayış açısından, insan hayatını bakterilerden daha anlamlı kılacak “rasyonel temel” nedir?
Burada ateistlerin cevap vermesi gereken çetin soru şudur: Neden doğa, ancak Allah varsa “rasyonel temeli” olacak doğuştan ahlaki özellikler oluşturmuştur? Doğal süreçleri Allah’ın aracı-sebepleri olarak gören tektanrıcı dinler açısından, bu doğal süreçlerin, gözümüzü Allah’a çevirtmesi beklenecek bir durumdur. Fakat ateist doğa anlayışı açısından, sadece bu dünyadaki yaşam ve genleri aktarma mücadelesiyle ilgili olarak oluştuğu düşünülen doğuştan ahlaki özelliklerimizin, ahlaklı yaşama ilkesini “rasyonel” kılacak bir yönü yoktur.
Sonuçta modern bilimin verileri, doğuştan ahlaki özelliklerimizin var olduğunu göstererek “boş levhacı” yaklaşımları geçersiz kılmıştır. İnsanların doğuştan sahip oldukları, insan türüne has ve çok kompleks bir özellik olan “ahlaki farkındalık” ve bu doğuştan özelliklerin ancak Allah varsa “rasyonel temel” bulacak olması; bahsedilen doğuştan özelliklerin Allah tarafından insanlara yerleştirildiği görüşünün ateist yaklaşımdan daha iyi bir açıklama olduğunu göstermektedir.

Kaynak: Caner Taslaman