Sayfalar

24 Eylül 2012 Pazartesi

Kur'an Mucizeleri 1

     Allah  ne zaman bir yere bir peygamber gönderse, gönderdiği yerin halkı inanmak adına mucizeler isterler. Allah'da gönderdiği peygamberleri vasıtasıyla onlara bu mucizeleri verir, fakat bu mucizeleri görmelerine rağmen insanların büyük çoğunluğu da yaratıcıyı inkar etmeye devam eder.

     En'am Suresi 109. ayet;

     ''Onlar kendilerine bir delil gelirse inanacaklarına dair çok sıkı yemin ettiler. De ki; deliller Allah katındandır. Fakat delil gelse de inanmayacaklarını anlamaz mısın ?'' 

     Allah Muhammed (a.s.)'a peygamberliği bildirdiğinde de Kureyşliler ondan mucize istediler. ''Şu dağı altına çevir de sana inanalım'', ''Haydi çölü yeşert de mucizelerini görelim.'' dediler. Allah onlara Muhammed (a.s.) vasıtasıyla birçok mucize verdi, fakat bunlarla birlikte insanlığa gönderilmiş en büyük mucizeyi de verdi. Bu mucize Kur'an. Kur'an'ın mucizeleri çok daha iyi bilenler tarafından her yerde anlatılır. Kur'an'ın mucize olmadığını, Kur'an'da mucize olmadığını iddia edenler de sürekli karşı argümanlar geliştirmeye çalışırlar. Aradığınız zaman bahanesini bulamayacağınız hiçbir konu yoktur. Bu gün dahi Dünya'da kendilerince mantıklı buldukları saçma delilleriyle Dünya'nın düz olduğunu iddia eden insanlara da rastlıyoruz. Kur'an mucizeleri de elbette bütün insanlar tarafından kabul edilmeyecektir ama vicdanlar bu mucizeyi asla reddedemez.

     Kur'an'ın varolan mucizelerinden en büyüğü insanlar üzerinde bıraktığı etkidir. Dinlendiğinde insanları saran, insana mütevazilik hissi veren bir etkileyiciliği vardır. Bu mucizenin en büyük dayanak noktası ise insanların bilmediği bir dilde okunan bir metine kalben bu kadar bağlanılabiliyor olmasıdır. Kur'an okunduğunda onun tek bir kelimesini bile anlamayız, cümlelerin anlamlarını çıkaramayız, çoğunlukla neden bahsedildiğini de bilemeyiz ama etkileniriz. Bu başka hiçbir metnin yapamayacağı bir etkidir.

     Bu etki kendisini daha Kur'an'ın ilk gönderildiği günlerde göstermeye başlamış, bugüne kadar devam etmiştir. Peygamberimiz Mekke'de İslam'ı tebliğe başladığı zaman Mekkeliler aralarında şiire en yatkın olan ve tartışmalarda en başarılı gelen kişi olan Velid bin Muğira'yı çağırdılar. Ona Peygamberimize gidip onunla bu konu hakkında tartışmasını söylediler. Muğira o dönemde Mekke'nin en büyük şairiydi, insanlarla olan tartışmalarda ona üstün gelen kimse yoktu. Muğira insanlarla tartışırken onların kişiliklerine saldırıyordu. Peygamberimize de ''Ya Muhammed bunu neden yapıyorsun ? Para için mi ? Verelim. Yoksa kadın için mi ? Onu da verelim. Bu yaptığından vazgeç.'' dedi. Peygamberimiz ise ona kendisinden olan hiçbir cevap vermedi. Muğira'ya bitirdin mi ? diye sordu ve okumaya başladı:

Bismillahirrahmânirrahîm

Hâ Mîm.

Bu Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir.

Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur'an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.

     Peygamberimiz bu ayetleri muhteşem bir makamla, Allah'ın ona verdiği o güzel sesiyle okuyordu ve Muğira bundan çok etkilendi. Peygamberimiz (sav) surenin

Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki, "Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım."

    ayetini okuduğunda Muğira sanki o an da o yıldırım kendisinin üzerine gelecekmiş gibi hissederek o kadar korktu ki ellerini Peygamberimizin okumasını engellemek için onun ağzına kapattı, ve oradan uzaklaştı. Muğira'nın evden çıkışını gören Mekkeliler, ''O eve girenle çıkan aynı Muğira değildi.'' dediler.

     Amerika'da yaşayan Pakistanlı bir müslüman olan Yasir Qadhi yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor: ''Üniversitede İslamı merak eden birisi vardı. Ve ben genelde insanlara İslam'ı tebliğ ederken Kur'an'ın etkileyiciliğini kullanırım. İslamı merak eden o genç gelip bana bu konuda bildiklerimi anlatmamı istedi, ona yanımda olan bir Kur'an CD'sini verdim. Kulaklığını taktı ve dinlemeye başladı. O genç üniversitede müzik okuyordu. Müziğin içini dışını biliyor. Ezgilere bayılıyordu. Ona CD'yi verdim, kulaklığını taktı, gözlerini kapattı ve dinlemeye başladı. Gözlerini kapattı ve dinlemeye başladı ve bitirdiğinde gözünden yaşlar akıyordu. Başını kaldırıp bana dedi ki: ''Az önce dinlediğim şeyi açıklayacak hiçbir kelime bulamıyorum.''

     Ayrıca Güney Afrikalı bir müslüman olan Ahmet Deedat'ta Mucizeler Mucizesi Kuran kitabında Kur'an'ın bu etkileyiciliği ile ilgili bir başka örnek verir. Kur'an Arapça, Türkçe veya çevrilmiş bütün dillerde görülebilir ki en az kelimeyle ve etkileyici bir biçimde olayları anlatır. Bunu %100 doğru olması imkansız olan çevirilerde bile görebilirsiniz. Ve ilginçtir ki; Kur'an'ın Arapça okunuş veya çeviride anlam etkileyiciliği bütün insanlığı kuşatır. Ahmet Deedat bunu şöyle anlatıyor: ''Yaşadığım şehir olan Durban'da işe sahil yolundan gidiyordum. Gazete bayiileri gazetelere insanların ilgisini arttırmak için panolara gazeteden sayfalar asıyorlardı. Avrupalıların yoğunluklu olarak yaşadıkları yerden geçerken o panolara bakınca o gazeteyi almayı hiç istemezdim, ama iş yerimin olduğu Asyalıların bulunduğu bölgeye gittiğimde aynı gazetenin panosuna bakınca hep gazeteyi alırdım. Oysa gazete aynı gazeteydi. Ben de bunun nedenini merak etmeye başladım ve sonunda anladım ki bayiiler Avrupalıların yaşadığı yerlerde Avrupalılara uygun şekilde, Asyalıların olduğu yerlerde ise Asyalılara uygun şekilde pano hazırlıyor ve böylece etkiliyorlardı. Bu insanların milattan sonra 2000 yıl bekleyerek öğrenebildiği bir yöntemdi ve Kur'an bundan 14 yüzyıl önce böyle bir metin şeklinde indirilmişti. Tek bir metin, değişmemiş, değişmeyen ve değişmeyecek bir metin ama bütün insanları etkileyebilen bir metin. İşte ben buna Kur'an'ın gazetecilik mucizesi diyorum.''

     Ahmet Deedat'ın da dediği gibi Kur'an metni hiç değişmemiş olan bir kitaptır ve Arapların yaşadığı bir bölgeye ve bir Arap olan Peygamberimiz Muhammed (as)'a indirilmiştir. Fakat Çinli, Arap, Türk, Avrupalı veya Amerikalı birçok insan o seslenmenin mucizeviliğine kendisini kaptırır. Birbirinden tamamen farklı özelliklerle yaratılmış bütün insanları etkiler. Sonradan müslüman olmuş insanların hikayelerini okuyun, röportajlarını inceleyin, hepsinin Kur'an'dan etkilendiğini ve bu etkiye uyarak arayışa girdiğini göreceksiniz. Kur'an'ın zamanı ve mekanı aşan bu benzersiz mucizesi her renkten ve her ırktan insanı hayranlık bıraktıracak derecede etkiler.


20 Eylül 2012 Perşembe

Kur'an-ı Kerim İçin Söylenenler

     ''Tertibiyle, hikmetiyle ve safiyetiyle bir mucize.'' (Papaz R. Bosworth-Smith)

     A. J. Arberry bir Kur'an tercümesinde; ''Ne zaman Kur'an okunduğunu işitsem, musiki dinliyor gibi olurum; sanki akan melodinin arkasında sürekli vuran bir davul sesi vardır. Tıpkı kalbimin atışı gibi.''

     ''İnsanı gözyaşı ve vecde garkeden o eşsiz senfoni'' (Marmaducke Picktall'in Kur'an tasviri)

     Maurice Bucaille; ''Okuma yazma bilmeyen bir insan, ebedi ifadeyle bütün Arap edebiyatının nasıl en büyük yazarı olabilir ? Nasıl olur da bu kişi, devrinde hiçbir insanın bilmesine imkan ve ihtimal olmayan bilimsel gerçekleri açıklayabilir ? Öyle ki, bu konularda en küçük bir hata dahi yapılmamıştır.''

 

     

Büyük Kahraman'dan

                     

66 Ay Mağduruyum


66 ay mağduruyum!

"66 ay mı, bir yıl sonra mı tartışması benim için kişisel olarak denenmiş, sonuçları görülmüş bir hikayedir. Hayatımda kendimi başarısız, aptal ve ezik hissettiğim tek dönemdir o 66 aylıkken yaşadığım dört ay!"
Öncelikle sayın Başbakan'a şunu belirtmeliyim, bir ihanet veyahut gaflet, dalalet ya da hıyanet içinde değilim. 66 aylık çocukların ilkokula başlamasıyla ilgili çok net, çarpıcı, kişisel, kah gülünç, kah trajik, güldürürken düşündüren bir tecrübem var, onu aktaracağım.
Ben, 66 ayını doldurup okula başlayan bir mağdurum. 70'li yıllarda Türkiye'de durum böyle değildi biliyorsunuz. En bilinçli, en kaloriferli ailelerin çocukları en az 72 ayı doldurduktan sonra okula başlardı.
Diğerlerininki Allah'a emanet, mecbur kalındığında veya ailenin ne zaman durumu olursa...
Ama işte o kaloriferli ailelerden birinin çocuğu olduğumdan, eş dost, komşular, tutturdu "Bu çocuk üstün zekalı, bir yıl erken okula gönderin," diye. Üstün zekalı mıydım? Hiç sanmam. Kendinden 13 yaş büyük abla ve 15 yaş büyük abiyle, ilgi alaka bolluğunda, "Hadi kızım bir de şu marifetini göster," bolluğunda yaşayan çokbilmişin tekiydim büyük ihtimalle. 

OKUYAMIYORUM, YAZAMIYORUM, ANLAMIYORUM 
Ama annemler ikna oldu. Boşu boşuna apartman dairesinde bir yıl daha oturup bebek oynamasın, erkenden okula başlatalım dediler. Çok üstün ve eşi benzeri görülmemiş zekama çok da güvendikleri için, sağ olsunlar, bir de yaz tatilini uzatıp, okullar açıldıktan iki hafta sonra, beni birinci sınıfa kaydettiler.
Dikkatinizi çekerim, 11 Mart doğumlu bir sabi olarak, okulların açıldığı eylül ayında tam tamına 66 ayımı doldururken, eğitim hayatıma başladım.
Allah'ım kabusun büyüğü!
Okuyamıyorum, yazamıyorum, anlamıyorum, berbat! Fişler diyorlar, heceler diyorlar, sanki "Doomo arigato gozaimasu" diyorlar! Sanki ortamda Japonca konuşuluyor ve benden başka bütün sınıf Tokyo doğumlu!
Aylar geçti, ben bir "Bugün bayram," yazamadım arkadaş! Ablam iki saat uğraşıyor: "Bugnü beyrm". Abim üç saat ter döküyor: "Buguni byram"! (2012'ye geldik, hala ailede bayramları "Buguni byram" şakası yapılır!) Babam "Benim üçüncü çocuk acaba aptal mı çıktı" diye darlarda! Ezikliğim had safhada. Bazen aklıma esiyor, derste tahtaya gidip renkli tebeşirlerden resim yapıyorum, öğretmen "Hayırdır, delirdin mi, niye kalktın?" diyor. Bugün bayram'ı bırak, niye yerimde oturmam lazım onu bile anlamıyorum!
Şubat tatili geldi. Ankara'ya, eğitimci olan amcamı ziyarete gittik. Babam dert yandı: "Böyle böyle, yapamıyor, okuyamıyor" diye. Amcam şaşırdı, dedi ki "Yapamaz tabii, niye erkenden okula verdiniz? Daha beş yaşında, hazır değil, oyun oynaması lazım!"
Bunun üzerine, olması gereken yaşta gönderilmek üzere, okuldan alındım. 



SANKİ BİRİ, BEYNİMDEKİ BİR ŞALTERİ KALDIRDI Sevgili veliler, öğrenciler, değerli okuyucular, şu minimum 72 ay kuralı var ya, onu hangi pedagoglar, hangi eğitimciler çıkarttıysa alınlarından öpmek lazım, bu işi biliyorlar. Yemin ediyorum, mart ayının sonu geldi ve abim yağmurlu ve sıkıcı bir öğle, aylarca "Bugün bayram" yazamayan bana, bir günde bana okuma yazma öğretti! Buharlanmış cama harfleri yazdı, hepsinin ses olduğunu söyledi, "Birleşince kelimeler çıkıyor," dedi ve akşam annemler alışverişten döndüklerinde, söyledikleri her şeyi yazabiliyor, yavaş da olsa gazetede yazılan her şeyi okuyabiliyordum. Çok tuhaf, ama sanki zamanı geldi ve biri beynimdeki bir şalteri kaldırdı!
Ertesi eylülde, yani artık 78 aylıkken, altı yaşını bitirmiş halimle birinci sınıfa başladığım gün, okula çantamda kitapla gittim, sıkılmayayım diye! İlkokul süresince hep sınıf birincilerinden oldum, sonraki aşamalarda da eğitimle ilgili hiçbir problemim olmadı.
Belki şimdiki çocuklar çok bi harikadır.
Belki de ben azıcık gerzektim. Ama ilkokula altı yaşını doldurup gitmek, inanın hayatımda hiçbir kayba sebep olmadı. 

BİR YIL DAHA OYNASIN, HAYAL KURSUN 66 ay mı, bir yıl sonra mı tartışması benim için kişisel olarak denenmiş, sonuçları görülmüş bir hikayedir.
Hayatımda kendimi başarısız, aptal ve ezik hissettiğim tek dönemdir o 66 aylıkken yaşadığım dört ay! Devam etseydim ne olurdu? Bilmem. Belki hep başarısız bir öğrenci olarak hayat boyu topal sakat yürüyecektim. Belki okulun ikinci dönemi kendime gelip açığı kapatmaya çalışacaktım.
Ama bir yıl sonra, altı yaşında başladım okula, ne kaybettim? Bence hiç.
Göndermeyin arkadaş! Bir sene daha oynasın, hayal kursun, resim yapsın!
Gidip zorlanacağına, daralacağına, kendini başarısız, salak, ezik hissedeceğine, bir yıl sonra gidiversin.
En kötü, benimki gibi bir hayatı olur işte!

Gülse Birsel, Sabah Gazetesi

19 Eylül 2012 Çarşamba

Arzu Delili: Arzulardan Allah'a Ulaşmak

Caner Taslaman: Arzu Delili Makalesi'nin Tamamı
ÖZET
Biz insanların en temel özelliklerinin başında doğal arzularımız gelmektedir. Bu makalede, insanların altı tane doğal ve temel arzusunu ele alacağım. Bunlar; 1- yaşam arzusu, 2- korkuların giderilmesi arzusu, 3- mutluluk arzusu, 4- gaye arzusu, 5- şüpheden uzak bilgi edinme arzusu ve 6- başkaları tarafından iyi davranılma arzusudur. Bütün bu doğal ve temel arzularımızın karşılanmasının Allah merkezli bir varlık anlayışını -ontolojiyi- gerektirdiğini ve birbirlerinden bağımsız bu temel arzuların hep aynı varlık anlayışını gerektirmesinin en iyi açıklamasının; insanın, bu varlık anlayışının merkezindeki Allah tarafından insanın yaratılması olduğunu savunuyorum. Burada sunulan arzu delilinin dört tane sonuca ulaşılmasında katkı yapacağı kanaatindeyim: Birincisi, teizmin yani Allah inancının, natüralizm-ateizmden daha rasyonel olduğu anlaşılacaktır. İkincisi, Allah’ın önemli sıfatları bu delille temellendirilmeye çalışılacaktır. Üçüncüsü ahiret yaşamının ve Allah’ın gönderdiği din(ler)in var olması gerektiği görüşü desteklenecektir. Dördüncüsü, bu argümanla, insanların, içlerindeki arzularından dolayı Allah’ın varlığını, ahiret yaşamını ve dinleri uydurduklarını iddia eden natüralist-ateist felsefecilerin ve psikologların yaklaşımındaki hata göz önüne serilecek; arzuların daha rasyonel ve tesadüfi olmayan bir açıklamasına ulaşılacaktır. Kısacası bu argüman, birçok ateist filozof ve psikoloğun boğulduğu suyun aslında yaşam suyu olduğunu göstermektedir.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Hayırlarda Yarışın

     İnsanlar hayatları boyunca girdikleri her işte diğer insanlar ile bir yarış içindedir. Daha çok para kazanmak, daha iyi bir okulda okumak, insanların itibarlı olmak ve bunlar gibi sayısı arttırılabilecek yüzlerce örnek. Hayatın her noktasında bu mücadeleyi görürüz.
   
     Allah'da Kur'an'ı Kerim'de Bakara Suresi 148. ayette insanlara hayırlarda yarışın diye emreder.

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُواْ الْخَيْرَاتِ أَيْنَ مَا تَكُونُواْ يَأْتِ بِكُمُ اللّهُ جَمِيعًا إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikûl hayrât(hayrâti), eyne mâ tekûnû ye’ti bikumullâhu cemîâ(cemîan), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.



     İnsanların insanları yarıştırması ile Allah'ın insanları yarıştırması arasında ise Allah'ın yüceliğini gösterir farklar vardır. Şöyle ki ;

-Dünyevi yarışlarda genelde bir kazanan olur. Hayırlı işlerde girilen yarışların ise kazananı çoktur.

-Dünyevi yarışlarda haset ve kıskanma olurken, hayırlı işlerde yarışlarda ise takdir ve imrenme olur.

-Dünyevi yarışlarda insanlar birbirlerinin önünü kesip, morallerini bozarken, inananlar birbirlerini teşvik ve motive ederler.

(Emre Dorman, Kur'an'ın Temel Emir ve Yasakları Kitabından).




14 Eylül 2012 Cuma

Kur'an'ı Anlamak


     Hüseyin İlmi Işık'ın Saadet-i Ebediyye Tam İlmihal kitabından ;


    ''İbadet emirleri yapmak demektir. Kuranı Kerim'i, hutbeyi okumak ibadettir. Bunların manasını anlamak emir olunmadı. Bunları anlamak ibadet değildir. Kuranı Kerim'i anlamak için yetmiş iki yardımcı ilmi ve sekiz temel ilmi öğrenmek lazımdır. Ancak bundan sonra Kuranı Kerim'i anlamaya istidad hasıl olup, Cenabı Hak nasip ederse anlayabilir. Herkes anlamalıdır demek dine müdahale etmek demek olur. Kuranı Kerim'i anlamak için istidadı çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lazımdır. Bizim gibi az olanlar ise yüz senede çalışsak anlayamayız. Şeriatte ilim diye faideli bilgilere denir. Faideli ilim Saadeti Ebediyye'yi elde etmeye yani Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olan ilimdir ki bunlara İslâm bilgileri denir."

     Kur'anı anlama konusunda Prof. Dr. Mehmet Okuyan'ın başından geçen bir olay;